BATUM - TRABZON - RİZE / YAYLALAR

İnsanın aynı dili konuştuğu arkadaşları olmalı hayatta... Ben bu konuda biraz şanslıyımdır :). Aynı dili konuşabildiğim farklı farklı arkadaşlarım vardır... Benim için yerin zamanın pek önemi yok; her bir arkadaşımla geçirdiğim tüm anlarım çok kıymetlidir... O yüzden vaktim oldukça; gelen tekliflere, organizasyonlara asla hayır demem :).

İşte bu gezim de; çok çok çok sevdiğim canım dostumun, şirket arkadaşlarımızla böyle bir gezi planlıyoruz, gelir misin demesi ile start aldı... Fikri duyduktan birkaç dakika sonra biletimi almıştım :).



Genelde kalabalık gruplarla tatil/gezi yapmak biraz risklidir... Mutlaka grubun ahenkini bozan birileri çıkar ancak 13 kişilik gezi grubumuzla daha önce Van'a da gitmiştim... Dolayısıyla şahane bir tatil olacağından emindim :).

Aslına bakarsanız Batum'a da önce de gitmiştim... Trabzon ve Rize'yi ise neredeyse hiç merak etmiyordum... Batum için düşüncelerim hala aynı ancak... Özellikle Rize'nin yaylalarına olan önyargımdan ben bile utandım :)... Kesinlikle gidilip görülmesi gerek...

Biz Rize'nin Çat Yaylasındaki Toşi Pansiyonda kaldık... Kesinlikle tavsiye ederim :). Sahibi Muco'nun ailesi ile birlikte işletiyor; kendisi bize hem rehberlik yaptı hem de pansiyonunda ağırladı. Pansiyonun bana sorarsanız en güzel kısmı; derenin kenarında uyuyup uyanmak... Sabah uyandığınızda sizi şöyle bir manzara karşılıyor (odamızın balkonundan çekildi)



Bir şey atlamamak için gün gün yazacağım...

1. GÜN TRABZON-BATUM-RİZE

Biz İstanbul'dan ilk uçakla Trabzona gittik. Orda bizi rehberimiz Muco karşıladı... Sabah ilk uçak olması dolayısıyla ekibin açlık durumu en üst düzeyde olduğu için direkt kahvaltı yapacağımız mekana gittik...Trabzon Necla Abla Salonunda açık büfe kahvaltımızı yaptık. Çok aç olduğumuz için ne yesek güzel gelecekti ama ilerki dönemlerdeki tecrübelerimle karşılaştırdığımda; muhlaması güzel değildi :) (En güzel muhalam Toşi'de Muco'nun yaptığıydı). Bunun yanı sıra bu gezimiz süresince içtiğimiz tüm çaylar şahaneydi :). Necla Abla; havaalanına yakın olması, fiyatının uygun olması dolayısıyla tavsiye edilebilinir ama mutlaka gidin dediğim bir yer değil.

Trabzon sonrası Muco'nun işi olduğu için diğer harika rehberimiz Veysel eşliğinde Batum'a doğru yola çıktık. Batum benim daha önce de gittiğim şehirlerden bir tanesi... Bildiği üzere, sadece nufus cüzdanızla geçiş yapabileceğiniz, vize uygulaması olmayan ülkelerdendir Gürcistan... 

Burada Hopa sonrası yol çok keyiflidir; bir tarafınız deniz bir tarafınız alabildiğince yeşillik... Aslına bakarsanız Batum komunist dönemin etkilerini görebileceğiniz; halkının çok da ileri olmadığı bir şehir... Tiflis daha güzelmiş ama ben henüz keşfetmedim... Batum'da benim en son gittiğimden beri tek değişiklik teleferik olmuş... Batum şehrini yukarıdan görebileceğiniz teleferik; benim gibi yüksekten korkanlar için bir sınav niteliğinde ama güzeldi.


Batum'da daha önce de gittiğim Botanik Park'a bu sefer de gittik. Botanik Park'ı daha önce yürüyerek gezmiştim ancak tavsiyem bu sefer yaptığımız gibi arabayla gezmek... Arabayla gezerken anlattıkları için daha faydalı oluyor.
Batum'da diğer yapılacak bir aktivite de eğer kumar oynuyorsanız kumarhane ziyareti... Biz bir kısım arkadaşlarımızı Batum'a girişte bıraktım ve dönüşte aldık :). 

Ufak bir not; Batum'dan dönüşte kendinize alkol içiyorsanız şarap almayı unutmayın :).

Batum'da kalmayacağımız için, çok geç olmadan Rize'ye dönüş yaptık...

Çat Yaylasındaki pansiyonumuza vardığımızda; bizi sıcacık muhlama, kara lahana sarması , tava bekliyordu... Hepsi şahaneydi! 





Yemek sonrası ekibin bir kısmı okey oynarken, biz Gürcistan'dan aldığımız şaraplarla, miss gibi yayala havasının ve usul usul yağan yağmurun keyfini sürdük...


2. GÜN

Derenin sesi, yaylanın havası derken, zaten uykuyu sevmeyen ben ve canım dostum oda arkadaşlarım erkenden kalkarak güzel bir yürüyüş yaptık. Ardından Pansiyonumuzda keyifli bir kahvaltı ve soba üzerinde demlenen çayımızla güne hazırlandık.

İlk durağımız Gito Yaylası oldu... Hava çok sisli ve yağmurlu olduğu için; zaten dik ve uçurumlu olan toprak yol bizi oldukça yordu... Baştan söylemem gerek ki Muco ve Veysel gibi yöreyi iyi tanıyan rehberleriniz yanınızda yoksa bu yaylalara gitmeniz imkansız... Gito Yaylasında şansımıza hava sisli olduğu için çok manzara göremesek de... Bulutların üzerinde olma hissi çok keyifli... 


Gito Yaylasından yine zorlu bir yolculukla indikten sonra; Maksude'nin Köy Evi'nde öğle yemeği molası verdik. Bildiğiniz bir köy evi olan bu yerde menümüz;Muhlama, Çökelek, Turşu, Karalahana Çorbası, Mısır Ekmeği, Bal, Kaymak ve Pelit adını verildiğini öğrendiğimiz Köy Ekmeği... Hepsinin sobada yapıldığı düşünülünce lezzetler şahaneydi... Lakin bana sorarsanız kişi başı 25-TL olan fiyat burası için biraz pahalıydı...

Burda biraz yürüyüş yaptıktan sonra Badara Mezrası'na gittik... Uzun uzun yürüyüş yaptık... Kesinlikle görülmesi gereken yerlerden...

Havanın azizliği dolayısıyla Çat Yaylasına geri döndük ve çevreyi gezmeye karar verdik. İlk durağımız Çat Köyü oldu. Oldukça ufak bir köy ama yürüyüş yolu keyifli... Burda yaşayan kimseyi görmedik :).


Çat Köyü sonrası, türkülere konu olmuş Elevit Köyü'ne gittik. Çat Köyünün yukarısında bulunan Elevit Köyü, biraz daha büyük... En azından yaşayan insanlarla karşılaştık :). Burda köy kahvesine gittik...Benim uzun zamandır geçirdiğim en değişik zamanlardandı... Ortada soba yanan köy kahvesinde, çaylarımız eşliğinde OKEY keyfi yaptık... Bir kısmımız da tavla oynadı... Bence şehirde yaşayan bizlerin yapması gereken bir kaçamak :). Tavsiye ederim...

Akşam yine Toşi'ye gittik... Bu sefer alabalık bizi bekliyordu :) ve büyük süpriz... Tulum :). Yine Batum'dan aldığımız şaraplar eşliğinde yemeğimizi yedik, tulum ile türküler söylendi ve horon öğrenme çalışması yaptık :). Soba görünce canımız kestane çekmişti... Gecenin finalini de soba üzerinde pişen kestanelerimizle yaptık...


3. GÜN

Canım dostum oda arkadaşım ile benim en önemli ortak özelliğimiz uyumamamız:). İkimizde uykuyu sevmeyen insanlar olarak, sabahın köründe herkesden önce kalkarak yürüyüş yaptık... Hava o kadar temiz ki... Insan anı kaçırmak istemiyor...

Yavaş yavaş ekibin devamı uyanınca, yine çayımızla birlikte kahvaltımızı yaparak, Çat Yaylasına elveda dedik.

İlk durağımız Palovit Şelalesi oldu... daha önce Van'da gittiğimiz şelaleye göre daha küçük çaplı olan bu şelalenin altında yazın yüzülebiliniyormuş... Dolayısıyla olur da yazın o taraflara yolunuz düşerse Muco'yu bulun derim :)



Palovit sonrası, Zilkale'de mola verdik. Kale'nin girişi 2.5-TL; kaleye girmek istemezseniz kalenin aşağısındaki cafe de manzaraya karşı keyif yapabilirsiniz. Ben Türk Kahvesi içtim güzeldi ancak çay içen arkadaşların hiç beğenmediğini belirteyim.

Her ne rehberlerimiz hayal kırıklığına uğrayacağımızı söylese de biz ekip olarak Ayder Yaylası'na gitmek konusunda oldukça ısrarcıydık. Ancak her birimiz hayal kırklığına uğradık... Özellikle Gito gibi güzel bir yaylaya çıktıktan sonra burası bize ilginç gelmedi... Öncelikle yeşilin yok olduğu bu yaylada, bence gereğinden fazla yapılaşma var; üstelik kontrolsüz şekilde... Arap turist çekmek için her yerde Tarkan çalıyor... Tarkan'a karşı olduğumdan değil ama bu yörenin o kadar çok güzelliği var ki... Tulum, kemençe.... Bir şeyi özünden uzaklaştırdıkça onun pek tadını kalmıyor.... Ayder Yaylası meşhur olduğu için gidin tabi ama diğer yaylaları görmeden yayla nedir burası ile anlayamazsınız :).

Ayder Yaylasından sonra öğle yemeği için Hüsrev'de mola verdik. Benim yediğim en güzel kuru fasulyeydi :). Yoğurdu güzel, turşusu fena değil; pilavı ise yiyen arkadaşlar beğenmemiş.. Atom adlı fırın sütlaç üzerine kadayıf koydukları bir tatlıları var. Çok çok tatlı seviyorsanız deneyin ama biz iki kişi bile bitiremedik.



 Şile bezleri gibi Rize'nin de bezleri meşhurmuş. Yolumuzun üzerinde Tekpa Rize Bezleri'ne uğrayarak hem özellikleri hakkında bilgi aldık, hem makinelerini gördük hem de isteyen arkadaşlar alışveriş yaptılar. Bana sorarsanız İstanbul'da da bulabilirsiniz ama yolunuz düşerse uğrayın derim :).

Alışverişin ardından Ziraat-Botanik Çay Bahçesine gittik... Burada çay bahçesini ve nasıl yapıldığını görebilirsiniz. Eğer çay içecekseniz çaydanlıkta kendinize özel demletip için; zira biz birer bardak çay söyledik ve her ne kadar fotoğrafta güzel de çıkmış olsa içtiğim en kötü çaydı... Bayat çayın Rize'de servis edilmesi tam bir hayal kırkıklığı....


Rize'nin ardından Tarbzon'a gittik... Önceliğimiz meşhur Ayasofya müzesini görmekti... Ancak tam bir hayal kırıklığı... Ülkemizde kliseleri camiye çevirme inadını anlamak mümkün değil... Niye her şeyi bozarlar, neden olduğu gibi tarih korunmaz... Ayasofya da cami yapılmak uğruna, tavandaki figürlerin kapatıldığı, tarihin yok edildiği bir yer... Gidin görün mutlaka... İnsan kendinden utanıyor...

Trabzonda ikinci durağımız çarşı içinde yer alan Bedesten oldu. Burayı ekipteki arkadaşlarımız internetten okumuş, Trabzon'un kapalı çarşısı olarak geçiyormuş... Öncelikle belirteyim çok küçük :). Öyle kapalı çarşı gibi bir yer beklemeyin... Burada tek güzel kısım en üst katında yer alan ve yalnızca bayanların çalıştığı, Tarabzon usulü gümüş takıların yapıldığı yerdi... Siz nasıl istediğinizi söylüyorsunuz, onlar size özel üretim yapıyorlar. Bu güzel yürekli çalışkan bayanlarla tanışın derim :)

Trabzon'da vaktiniz var ise, gidip çay çekirdek eşliğinde güneşi batırın diyeceğim güzel mekan Boztepe... Manzarası şahane... Eğer güzel bir hava yakaladıysanız, kesinlikle gidip biraz mola verin:)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Teyzenin Mektubu...

Spor Zamanı !!! Bir 10k Macerası... Vol 1. Aydınlanma

Yoga ve DeğişEn Hayatım...